İçeriğe geç

Başlarken…

İnsanlık için çok zor geçti son birkaç yüzyıl. Acıları, zulmü, sömürüyü, kayboluşları, yabancılaşmayı, yozlaşmayı yaşadık her geçen gün etkisini daha fazla hissederek. Üstelik en fazla hissedenlerdendik biz, bu süreci. Karşısındakini istediği gibi şekillendirerek ötekileştirip kendini onun üzerinden tanımlayan, uygarlığı tek tipleştiren, aklın yolunu birdir diye dayatan ve Deli Dumrul kesilip o yolun başına dikilen bir gücün yükselişini izledik çaresizce. Artık birçoğumuz hissetmiyoruz bile, birçoğumuz alıştı hep öteki olarak kalacağı bir sistemde yaşamaya, aklını özgür bırakma gereği duymadan, günübirlik hafızayla kendi özünden, birikiminden bihaber yaşamaya.  Artık birçoğumuz duymuyor bile bilmem kaç bin kilometre öteden basılan bir düğme sayesinde üstüne bombalar yağan, o düğmeyi icat edememiş “geri kalmışlar”ın çığlıklarını. Artık insan aklının mucizevi eseri olan son teknoloji ürünü saniyede bilmem kaç bin uranyum başlıklı kurşun atan savaş makineleriyle ölüyoruz, insan aklının ve modernizmin eriştiği noktaya hayran bir şekilde. Artık garipsemiyoruz “onların” aslında gerçek olmayan bir “biz” yaratmasını, kültürümüzü, uygarlığımızı, aklımızı istediği gibi şekillendirmesini. Kendimizi onların gördüğü gibi görüyoruz, Uzakdoğu diyoruz aslında o ismi koyanlardan daha uzak olmayan topraklara veya Yakındoğu diyoruz içinde yaşadığımız topraklara.

Ancak; tüm bu karanlığa karşı hep bir umut da vardı. Bazılarımız fark edip işaret etti bize; “Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa / Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır”. Belki hiç birimiz tam olarak açık ve net göremedik amaçladığımız hedefi ve izlememiz gereken yolu. Çok büyük sorularla karşılaştık, çok yanlışlar yaptık, çok yanlış anlaşıldık, çok yanlış anlattık, çok yetersiz kaldık, büyük çaba harcadık ve büyük fedakarlıklarda bulunduk. Şüphesiz bunların hiçbirini küçümseyemeyiz ve reddedemeyiz, tüm bunlar sayesinde bugün çok daha açık ve net olarak görüyoruz önümüzdeki yolu ve yine tüm bunlar sayesinde artık gereken zemini oluşturduk, üstüne bu topraklardan beslenecek bir “Türk Aydınlanması”nı kurabileceğimiz. Bunu tarihimizin, uygarlığımızın, kültürümüzün, birikimimizin ve vicdanımızın bize yüklemiş olduğu bir sorumluluk olarak görüyoruz ve bilincindeyiz de öz topraklarından beslenen yerel uyanışların, tarihin sonunu ilan eden ve küreselleşmeyi dayatan sisteme karşı evrensel sonuçlar doğuran bir zafer kazandıracağının. Şüphesiz çok zor olacak bu koyu karanlıkla mücadele ancak bunun başarılabileceğini defalarca gösterdik.

Öyle ya gün geldi zulme başkaldırıyı ibadet saydık, gün geldi “büyük sözleşme” ile taçlıları sarstık, gün geldi “Gel, ne olursan ol gene gel” deyip davet ettik insanlığı kardeş sofrasına, gün geldi tüm bu nefrete karşı “Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü”, gün geldi “yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber diyebilmek için” yürüdük ardı sıra, gün geldi direndik adalet için ve haykırdık teslim olanın yüzüne “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”, gün geldi “düşünüyorum öyleyse varım” dedik ve aklımızı özgür kılacak cesareti gösterdik, gün geldi düştük “halka yol gösteren özgürlük”ün peşine, gün geldi “İnsanlığa pâmâl eden alçaklığı yık ez. / Billah yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez” diye haykıran bir vicdanın çağrısına uyup başkaldırdık, gün geldi “Hürriyet, uhuvvet, müsavat, adalet” bayrağını dalgalandırdık dağlarda, gün geldi ”yeter olduğum safta olmak, / bizim tarafta olmak / ve dövüşmek yeni bir âlem için” diyerek mücadeleye girdik, gün geldi “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” dedik ve direndik bu karanlığa.

Ve bugün ileriye bir adım daha atmanın vaktidir. Tüm bu geçmişin hem en büyük eleştirmeni hem de en meşru mirasçısı olabilecek, özünün bilincinde olan aynı zamanda evrensel birikimi de sahiplenmiş, ayakları öz toprağına basarak yükselecek ve evrensel sonuçlarıyla dünyanın gidişatına yön verebilecek bir aydınlanmanın gerçekleşme vaktidir.