İçeriğe geç

İslam Tarihinde Tasvir Geleneği ve Ecdat Hamaseti Üzerine

El-Biruni’nin El-Âsâr’il Bâkiye An’il Kurûni’i Hâliye kitabının 13.yy’daki bir kopyası için çizilmiş Hz. Muhammed’i veda hutbesinde gösteren bir İran minyatürü. Orijinali Edinburg Üniversitesi’nin kütüphanesindedir.

Hz. Muhammed karikatürlerine karşı yükselen tepkilerin onun hicvedilmesine mi yoksa resmedilmesine mi karşı olduğunun oldukça belirginsizleştiği bugünlerde hicvedilmesi tartışmasını ve özellikle bazı karikatürlerin hakaret niteliği taşımasını bir kenara ayırarak bakabilirsek, resmedilmesi konusunda günümüz Müslümanlarının çoğunun ve ülkemizdeki “ecdat torunlarının” sandığından farklı bir tarihi tablo ile karşılaşmaktayız. İslam dünyasındaki genel kanı Hz. Muhammed’in bedenen resmedilse bile yüzünün gösterilmemesi gerektiği yönündedir. Oysaki İslam coğrafyasının çeşitli yerlerinde, çeşitli dönemlerde çizilmiş birçok minyatürde Hz. Muhammed’in yüzünün de resmedildiğini görmekteyiz. Osmanlılar, Safeviler, Timurlular, Özbekler gibi Türk devletlerinde çizilmiş birçok bu tarz minyatür bulunmakla birlikte yüzünün resmedildiği Arap ve Fars minyatürlerine de rastlamaktayız.

Orijinali 13. yy’a ait olan Veda Hutbesi minyatürünün 17.yy’da Osmanlılar tarafından yeniden çizilmiş hali. Eserin orijinali Fransa Milli Kütüphanesi’ndedir.

Dinlerin tasvir yasağı İslamiyet’ten önce başlar. On Emir‘in ikinci maddesinde insan veya hayvan ayırt etmeksizin suret çizimi açıkça yasaklanmıştır. İslamiyet’in ilk yıllarında tekrar putperestliğe kayma endişesi ile insan tasvirlerinden kaçınılsa da Emevi saraylarında din dışı konuları tasvir eden resimlere rastlanılır. Hatta 8. yüzyılın ortalarında inşa edilen Mşatta Sarayı’nın duvarlarında hayvan figürlerinin yanında Pegasus gibi Batı mitolojisinin ürünü yaratıkların kabartmalarını da görmek mümkündür. Selçuklu dönemine gelindiğinde insanları ve melekleri betimleyen birçok taş eseri verilmiştir. Hıristiyanlıkta tasvir yasağı ise ikonaklazm olarak adlandırılan hareketlerle kendini göstermiştir. İlk ikonaklazm 730 ve 787 yılları arasında Bizans’ta yaşanmıştır. Yükselmekte olan İslamiyet’ten de etkilenerek, insan figürleri bulunan tüm eserler ve Hz. İsa ikonaları, heykelleri tahrip edilerek kaldırılmış, yerlerini geometrik şekilli süslemeler almıştır. İkonalara kutsiyet atfederek korumaya çalışanlar ise öldürülmüştür. Bir diğer ikonoklazm hareketi ise reform döneminde kendini göstermiştir. Bazı Protestan reformcuların On Emir‘in de etkisiyle insan tasviri içeren resimlerin kaldırılmasını istemeleri sonunda Avrupa genelinde heykellere, resimlere ve diğer sanat eserlerine yönelik şiddet eylemlerine dönüşmüştür.

Şeyh Sadi-i Şirazi’nin Bostan isimli eserinin kopyalarından biri için 1514 tarihinde çizilmiş Hz. Muhammed’i Burak’ın üzerinde Miraç’a çıkarken betimleyen bir Özbek minyatürü. Orijinali Özbekistan Metropolitan Sanat Müzesi’ndedir.

İslamiyet’te Hz. Muhammed’in tasvir edilmesi tartışmasına dönersek; Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in resmedilmeyeceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Her ne kadar bu yasağın hadise dayandığı rivayetleri bulunsa da bu konuda sahih bir hadis de mevcut değildir. Söz konusu yasak daha çok fıkıh ile açıklanmaktadır. Hz. Muhammed’in kendisinin veya yüzünün resmedilmesi yasağı putperestlikten yeni çıkmış bir toplumda Hz. Muhammed resimlerinin putlaştırılmasını önlemek amacıyla uygulama ile doğmuş yazılı olmayan bir kuraldır. Sonraki dönemlerde ise özellikle Sünni Türkler arasında, Hz. Muhammed’e saygı göstermek amacıyla yüzünün resmedilmesinden kısmen kaçınılmıştır.

Hz. Muhammed’in ilk minyatürlerine 13. yüzyılın başlarında rastlamaktayız ve bu minyatürlerin hemen hemen hepsinde yüzü açık olarak çizilmiştir. 14. ve 15. yüzyıl boyunca Hz. Muhammed’in yüzünü açıkça gösteren minyatürler devam etmiştir. Hatta bazılarında başının etrafındaki nur halesi dahi çizilmeksizin sıradan bir insan gibi resmedilmiştir. Bu dönemdeki minyatürlerin çoğu miraç hadisesinin anlatıldığı miraçnamelerde bulunan ve onun miraca çıkışını betimleyen minyatürlerdir. Bu minyatürlerin bazıları Topkapı Sarayı arşivinde bulunmakla beraber çoğu dünyadaki çeşitli müze ve kütüphanelere dağılmış haldedir.

Hz. Muhammed’in yüzünü gizleme usulü 17. yüzyılda başlar. Bu yüzyıldan itibaren yüzü daha çok beyaz bir peçe ile perdelenmiş, bazen de gül motifi ile sembolize edilerek çizilmiştir. Bu usulün 17. yüzyılda başlaması aslında tesadüf değildir. 17. yüzyıl İslam dünyasında Selefiliğin yükselişte olduğu ve Osmanlı‘da da, Osmanlı’nın IŞİD’i diyebileceğimiz, Kadızadelilerin hem toplum içinde hem de devlet katında büyük bir güç kazandığı çağdır. 17. yüzyıl dünya şartlarının değişimine bağlı olarak İslam dünyasında siyasal ve toplumsal buhranların görülmeye başlandığı ve Osmanlı’nın Batı karşısında ilk yenilgilerini aldığı yüzyıldır. Yaşanan bu krizlerin sebebi Koçi Bey gibi aydınlar tarafından gerçekçi ve bilimsel metotlarla tahlil edilmeye çalışılırken, bazı kesimler ise sebebi dinden uzaklaşılmasında bulmuştur. Bu grupların başında 17. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Kadızadeliler gelmektedir. Türk tarihindeki en tutucu hareket olan Kadızadelilere göre gerçek İslam, Hz. Muhammed döneminde yaşanan İslam’dı ve Hz. Muhammed’den sonra ortaya çıkan her şey reddedilmeliydi. Bu doğrultuda Hz. Muhammed döneminde olmadığı için selatin camilerinin birden fazla minarelerinin yıkılmasını, ezanın ve Kur’an’ın makamlı okunmasının yasaklanmasını, tekkelerin kapatılmasını, tarikatların dağıtılmasını istiyorlar, türbelerin ve mezar ziyaretinin İslam’da yeri olmadığını savunuyorlardı. Tütün ve kahve içmenin, ayrıca matematik veya felsefe gibi bilimleri öğrenmenin haram olduğunu söylüyorlardı. Hatta yine Hz. Muhammed döneminde olmadığı için iç çamaşırı giyilmemesi onun yerine peştemal bağlanmasını ve kaşık kullanmayıp elle yemek yenilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Kadızadelilere göre tasavvuf kafirlik, sema ise haramdı. Dönemin önemli tarikatlerinden olan Halvetileri ve Mevlevileri “tahta tepenler, düdük çalanlar” olarak aşağılıyorlardı.

Reşidüddin Hamedani’nin Cami’üt-Tevarih kitabından, Hz. Muhammed’in Rahip Bahira ile karşılaşmasını gösteren 1315 tarihli minyatür.

Kadızadeliler özellikle IV. Murat zamanında çok büyük bir siyasi güç elde etmiş, I. İbrahim ve IV. Mehmet döneminde ise daha da radikalleşerek adeta devleti ele geçirmişlerdir. Artık onların izni olmadan sarayda kimse bir göreve gelememekte, padişaha her istediklerini yaptırabilmekteydiler. 1651 yılında Sadrazam Melek Ahmet Paşa’yı ikna ederek Halveti tekkesini dağıttırmış ve yıkılan tekkenin üzerinde bulunduğu toprak kazınarak denize dökülene kadar orada namaz kılmayı haram ilan eden bir fetva vermişlerdir. Kadızadelilerin karşısına çıkanlar ise tasavvuf ehli bir tarikat olan Sivasiler olmuştur. İstanbul halkı artık Kadızadeliler ve Sivasiler arasındaki mücadelede tamamen ikiye bölünmüş camilerini dahi birbirlerinden ayırmıştı. Kadızadeliler rakiplerini bertaraf etmek ve görüşlerini kabul ettirebilmek için silahlanmaya başladılar. Devletin de desteğini arkalarına alarak kendilerinden olmayan camileri ve tekkeleri basmaya, cemaatlerini “kafir” diye suçlayarak öldürmeye başladılar. Kadızadelilerin bu terör hareketi, Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın Kadızadelilerin tüm mallarına el koyup, hareketin liderlerini Kıbrıs’a sürmesine kadar devam etmiştir.

Reşidüddin Hamedani’nin Cami’üt-Revarih kitabından, Hz. Muhammed’in Hacer’ül Esved’i Kabe’ye yerleştirmesini gösteren 1315 tarihli minyatür.
15. yy’a ait bir miraçnamede, Hz. Muhammed’in Cebrail ile birlikte cehennemi ziyaretini ve cehennemin bekçisi Malik ile karşılaşmasını gösteren bir İran minyatürü.

Dönemin tarihçileri o zamanın “ecdat torunları” olan Kadızadelilerin tüm tutuculuklarına rağmen zinaya ve rüşvete pek düşkün olduklarından bahseder. Hatta Kadızadelilerin şeyhi Üstüvânî Mehmet Efendi’nin “Devlet katında bazı işlerin halli için alınan paranın rüşvet değil, ücret kabul edilmesi” yönünde fetva verdiği rivayet olunur.

15.yy’a ait bir miraçnamede Hz. Muhammed’in cenneti ziyaretini gösteren bir İran minyatürü.

Hz. Muhammed’i yüzünü kapatarak tasvir etme usulünün tarihin en tutucu hareketlerinden birinin hüküm sürdüğü bir dönemde başlaması aslında pek çok konunun açıklayıcısı olmaktadır. Tarihte pek çok örneği görüldüğü üzere toplumların buhran dönemlerinde muhafazakarlık yükselmiş ve din adına konulan yasaklar veya bazı uygulamaların ilk baştaki amaçlarından koparak amaçsız kurallara dönmesi doğal bir hal almıştır. Hz. Muhammed’in yüzünün tasvir edilmemesi gerektiği inancı da bugün ilk baştaki amacından tamamen koparılarak savunulan bir haldedir. Gerçekten bugün hala insanların o çizimleri putlaştırabileceği gerekçesinin bir geçerliliği kalmış mıdır? Yine de dini bir emir olmasa dahi insanların inandıkları peygamberin resmedilmemesini istemesi anlaşılabilir ve makul bir taleptir. Muhafazakarlığın yapısı gereği beklenilebilir ama yine de garip olan ise bunun dini bir kural gibi görülerek, tarihiyle övünmekten pek hoşlanan kesimlerce kendi tarihinden habersiz olarak fanatikçe savunulmasıdır.

 

* Kapak Görseli: 1920 veya 1930’larda Cezayir’de basılan ve Hz. Muhammed’in Hz. Ebubekir ile birlikte Mekke’den Medine’ye göç ederken Sevr  Mağarası’na sığınmalarını gösteren bir kartpostal

Hz. Muhammed’in Miraç’ta kendinden önce gelen peygamberlerle buluşmasını gösteren Timur Devleti dönemi Afganistan’ından 1426 tarihli bir minyatür. Eserin orijinali Fransa Milli Kütüphanesindedir.

 

Hz. Muhammed’e Hira Dağı’ndayken Cebrail tarafından ilk vahyin getirilişini gösteren 1425 Tarihli Timur Devleti’nden bir minyatür. Eser New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nde bulunmaktadır.
Hz. Muhammed’in Cebrail’in sırtında cennetin kapısına gelişini tasvir eden 1360-1370 tarihli İran minyatürü. Eserin orijinali Topkapı Sarayı arşivinde bulunmaktadır.

NOT: Bu yazı her ne kadar yarattığı gündem vesilesiyle kaleme alınmış olsa da doğrudan Charlie Hebdo dergisinde yayınlanan karikatürlere ilişkin olarak yazılmamıştır; karikatürler hakkında bir savunu veya yergi derdi bulunmamaktadır. Hz. Muhammed’in tasvir edilmesi ayrı, yapılan tasvirin niteliği ayrı konulardır. Bu yazının amacı İslam sanatındaki Hz. Muhammed tasvirlerinin tarihsel süreç içinde geçirdiği değişikliklerin sosyal değişimlerle ilişkisini göstermek ve kendinden olmayanı “kendi tarihine düşman” olmakla suçlayan muhafazakar cehaletin asıl kendisinin, kendi tarihinden habersiz olarak yürüttüğü fanatizmin temelsizliğini göz önüne sermektir.

Bu yazı yorumlara kapalı.